بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّح&
  Cocuklar icin masallar
 

SERÇEYLE DÖRT YAVRUSU
-Alman Masalı -

Bir varmış bir yokmuş, bir anne serçe ve onun dört tane birbirinden şirin yavrusu varmış. Serçe sıcak yaz aylarında yuvasında yavrularını büyütüyormuş. Gündüzleri yavruları için yem topluyor, gün boyu bir kaç kez yuvaya dönüp küçükleri besliyormuş. Her geçen gün yavrularının büyüdüğünü, güçlendiğini görüyor ve seviniyormuş.
Sonbahara doğru yavrular artık iyice büyümüş, yuvada hoplayıp zıplamaya, kanatlarını denemeye başlamışlar. Bir gün yine kanatlarını denerlerken, birden çıkan rüzgar yaramaz yavruları alıp yuvadan uçurmuş.
Anne serçe, akşam döndüğünde yavrularını göremeyince çok üzülmüş. Onların artık uçabilecek kadar büyüdüğünü biliyormuş, ama hayata dair nasihatlar vermeden, onlarla vedalaşmadan gittiklerine çok üzülmüş.
Kış ayları yaklaştığında, anne serçe tarlada yem toplarken birden yanına doğru uçan dört küçük serçe görmüş. Yavrularını hemen tanımış. Birbirlerini kucakladıktan sonra anneleri onlara nasıl yaşadıklarını sormuş.





Önce en büyük yavrusu anlatmaya başlamış:
"Önce bahçelerde yaşadım, solucan topladım. Sonra kirazlar olurken kiraz yedim. Kirazdan sonra armutla beslendim. Karnım hiç aç kalmadı."
"Ay, yavrum" demiş serçe anne,"bu hayat çok tehlikelidir. Başkasına ait şeylerle yaşamaya alışanın başına kötü işler gelebilir."
Sonra bir sonraki yavrusu anlatmış:
"Ben konağın yakınında yaşadım. Zengin insanların artıklarını, ahırlarda hayvanlara verilen yemlerin kalıntılarını topladım. Karnım hep doydu, hem de çok iyi yemeklerle."
"Ay yavrum" demiş anne, "zenginliğin yanında yaşamak iyidir, ama zenginlikle birlikte alçaklık da hep orada olur. Bu hayat çok tehlikelidir."
Sonra üçüncü yavrusu anlatmış:
"Ben yol boylarında yaşadım. Orada hep bir şeyler bulunuyor. Onları topladım."
"Ay yavrum" demiş anne. "Yol boyları tehlikeli olur. Sen yem toplarken yaramaz çocuklar sana taş atabilir."
Sıra en küçüğe gelmiş:
"Anne, ben ormanda kaldım. Ağaçların dalları arasında yer buldum kendime. Kimseye zarar vermeden, kimseye muhtaç olmadan, özgür yaşadım. Kendi bildiğim gibi, kimseye bağlı olmadan yaşamak çok güzel. Hayatımdan çok memnunum."
"Yavrum" demiş anne. "En küçük olmana rağmen en akıllı senmişsin. Özgür olan, hayatta kimseye muhtaç olmayan, en mutlu hayatı bulacaktır. Senin hayatın diğerlerine de örnek olmalı." 





KUĞU KIZI PERİ KIZI
- İspanyol Masalı -

Yalçın kayaların tepesindeki bir şatoda, genç bir prens
annesiyle birlikte yaşarmış. Bu prens havanın çiçek
kokularıyla dolu olduğu bir bahar günü avlanmaya gitmiş.
Av peşinde dolaşırken akşama doğru ağaçların arasında karşısına
gümüş renkli minicik bir göl çıkmış.
Birden uzaktan kanat sesleri duymuş ve ağaçların
arkasına saklanmış. Üç tane uzun boyunlu narin kuğu gökten
süzülmüş. Gölün kıyısına konan kuğular
beyaz tüylerini bir elbise gibi çıkarmışlar.
Genç prens gördüklerine inanamamış; kuğular birbirinden güzel
genç kızlara dönüşüvermişler.
Kızlar göle girip yıkanmış,eğlenmişler.Sonra da kıyıya geri dönüp,
tüyden elbiselerini sırtlarına geçirip kanatlanmışlar.

Kızların üçü de çok güzelmiş, ama en küçükleri dünya güzeliymiş.
Prens o günden sonra başka şey düşünemez olmuş. Varsa yoksa kuğu kız!
Sonunda annesine durumu anlatmış.
"Eğer kuğu kıza kavuşamazsam, onunla evlenemezsem, ben bu dünyada
yaşayamam" demiş.
Prensin annesi çok kederlenmiş. "Ah yavrum! Sen kuğu kızı unut" demiş,
"O bir peri kızı. Peri kızları da insanların yanında yaşamaz" diye dil dökmüş.
Prens annesini seviyormuş, gerçekten yürekten seviyormuş,
ama kuğu kızı daha çok seviyor olsa ki, vazgeçememiş.
Kızı unutamamış. Kuğuları gördüğü göle geri dönmüş,
sabah akşam arada kuğuların geleceği
günü bekemeye başlamış.
Bir gece uzaktan yine kanat sesleri duyulmuş. Prens heyecanla gözlerini
gecenin karanlığına dikmiş. Sonunda üç zarif kuğu göl kıyısına konmuş.
Kuğular, beyaz tüyden elbiselerini üzerlerinden atıp yine dünya güzeli
birer kız haline gelmişler. Suya girip yıkanmaya başlamışlar.
Onlar orada yıkanırken genç prens, en küçük kızın tüyden elbisesini
kaptığı gibikaçmaya başlamış. Arkasına bile bakmadan koşmuş.
Kız kardeşler de hemen kıyıya yüzmüşler. İki kardeş elbiselerini
sırtına geçirip uçmuş. En küçük kız ise tüyden elbisesi olmadığı için
uçamamış.Prensin peşinden koşmuş.
Onu yakalayınca da önünde diz çöküp elbisesini geri vermesi için yalvarmış,
yakarmış. Ablalarının peşinden gidebilmek için diller dökmüş.
Prens kararlıymış. Kuğu kızıntüyden elbisesini vermemiş.
Sırtına bir pelerin sarıp, kızı şatosuna götürmüş
ve onunla evlenmiş. Bir süre sonra kuğu kızı peri kardeşlerini unutmuş.
Tüyden elbisesini unutmuş. Gümüş renkli gölü unutmuş.
Aradan altı bahar geçmiş.
Ağaçlar yedinci defa çiçek açmaya başladığında,
kuğu kızı peri kızı, prense bu şatoya ne zaman ve nasıl geldiklerini sormuş.
Kız beyaz ışıklar saçan elbisesini bulup eline almış.
Denemek ister gibi sırtına geçirmiş
ve bir anda tekrar uzun boylu narin bir kuğu olup,
açık pencereden uçuvermiş!
Prens o günden bu yana her baharda gümüş renkli gölün kıyısına
gidermiş.Göl kenarında oturur, gece uzaklardan duymayı ümit ettiği
kanat seslerini dinler kuğuların geleceği anı beklermiş.
Ama kuğu kız bir dahagelmemiş.
Kuğu kızı peri kızını o günden sonra kimse görmemiş. 


ÇİMENDEKİ PRENSES
- Norveç Masalı -


Uzak ülkelerden birinde kralın on iki oğlu varmış. Kral evlatlarını
çok sever, onların kendi gibi mutlu olmasını istermiş.
Çocukları büyüyünce, kral her birine birer at vermiş ve
onları kendilerine eş aramak için dünyanın dört bucağına göndermiş.
Ama kral prenslerin sıradan kızlarla evlenmelerine karşıymış.
O, oğullarının becerikli kızları kendilerine eş olarak seçmelerini dilermiş.
"Evleneceğiniz kız, bir gün içinde kendi dokuduğu
kumaştan sizin için gömlek dikebilmeli.Böylesini bulabilirseniz getirin. Yoksa başka
kızı sarayımda gelin olarak kabul etmem" demiş.
Kardeşler yola çıkmışlar. En küçük kardeş en çelimsizleriymiş.
Onunla alay etmişler ve:
"Sen zaten kendine bakamıyorsun, öyle dünya beceriklisi bir kızı nereden
bulacaksın? Git başımızdan ve ne halin varsa gör" diyerek kovalamışlar.

Küçük kardeş onlara yalvarmış. Terk etmemeleri için diller dökmüş.
Ama onu kimse dinlememiş. Sonunda çaresiz geri dönmüş.
Saraya da gidememiş. Ormanları, çayırları dolaşarak ne yapacağını
düşünmeye başlamış. Bir ara bir vadiye ulaşmış. Atından inip biraz
dinlenmek istemiş. Birden ayaklarının dibinde birşeylerin kımıldadığını
hissetmiş. Eğilip bakmış ki ne görsün: Minicik bir kız, ufacık bir koltukta
oturuyor. Arkasındaki kutu kadar bir yükseltinin de sanki pencereleri ve
kapısı varmış. Oğlan gözlerine inanamamış. Kız bir de su şırıltısı gibi bir
sesle ona seslenince daha da şaşırmış:

"Niye böyle kederlisin güzel çocuk" demiş kız.

Kralın en küçük oğlu başına gelenleri birbir anlatmış. Minik kız
dikkatle dinlemiş sonra da :

"Üzülme" demiş, "herşeyin bir çaresi bulunur. Eğer beni sözlün olarak
kabul edersen, sana şimdi hemen bir gömlek dokur ve dikerim. Hem de
öyle güzel dikerim ki, titiz baban tek bir hata bile bulamaz!"

Delikanlı çok sevinmiş:"Elbette" demiş, "kabul etmez olur muyum!"

Küçük kız ellerini çırpmış. Arkasındaki minicik kulübeden
kendinden de küçük üç hizmetçi çıkmış. Ellerindeki çıkrıkları, dokuma
tezgahını, dikiş makinesini çimenlerin üzerine koymuşlar. Minik kız ise
çalışmaya başlamış, ama ne çalışma! Küçük prens kızın hızla çalışan
ellerini gözleriyle takip etmekte güçlük çekiyormuş. Göz açıp
kapayınca kadar gömlek hazır olmuş. Oğlan gömleği katlayıp cebine
koymuş. Bir yandan da, bu fındık faresinin kuyruğundan da küçük olan
gömleği babasına nasıl vereceğini düşünüyor, biraz utanıyormuş.
Ama sonuçta babasına gömleği vermiş. Gerçekten de babası gömleği
çok beğenmiş ve oğlunun o kızla evlenmesine razı olmuş.
Kralın oğlu heyecanla çayıra koşmuş. Minik kızı atına alıp saraya
götürmek istemiş. Ama kız kendi arabasıyla yolculuk etmek istiyormuş.
Arabası da, önüne dört beyaz fare koşulmuş küçük bir gümüş kaşıkmış.
Delikanlı, atının ayağı minik kızın arabasına değecek diye çok
korkuyormuş.Gerçekten de korktuğu başına gelmiş. Hem de tam
köprüden geçerken. Dar köprüde atın ayağı gümüş kaşığa çarptığı gibi,
minik kızla beraber suya itivermiş.Kralın oğlu çok üzülmüş.
Fakat birden sular kabarmış, köpüklerin arasından sarı saçlı, dünya güzeli
bir kız çıkmış. Yüzü minik kızın yüzüymüş.

"Sevgili prensim" demiş, "büyüyü bozdun, beni kurtardın. Bir ömür
boyu mutlu olacağız." Sonra ikisi birden, prensesin muhteşem arabasına
binerek saraya gitmişler. 


SOMBALIĞI VE AYI
- Afrika Masalı -

Bildiğiniz gibi, denizde yaşayan sombalıkları yılın belli aylarında, yumurtalama dönemleri geldiğinde tatlı sulara doğru ilerlerler. Denizle birleşen akarsulardan girip, nehirler boyunca ilerler ve sonuçta temiz dağ derelerine, pırıl pırıl göllere ulaşır, oralarda yumurtalarını bırakırlar.

Sombalıkları, tatlı sularda yavruladıktan sonra yine geldikleri yollardan denize geri dönerler. Geri dönmek onlar için hiç de zor olmaz. Çünkü, suların akış istikametinde dağlardan aşağıya doğru giderler.

Asıl zor olan gelişleridir. Nehirlerin akıntılarıyla mücadele edip, bıçak gibi keskin kayalıklardan yukarıya zıplayıp, gerekirse çağlayanları aşıp ulaşırlar tatlı sulara. Bu yolculukları sırasında zıplayarak ,ilerleme tekniğini de iyi öğrenmişlerdir.

Sombalıklarının suyun içinde zıplaya zıplaya akıntıya karşı ilerlemesine en çok sevinenler de ayılardır. Sombalıklarının yumurtlama mevsiminde nehir kıyılarında birikir, suyun içinde güç bela yolculuk eden şişman som balıklarıyla bir güzel karınlarını doyururlar.

İşte şimdi anlatacağımız hikaye de, dağ göllerine ulaşmak için büyük yolculuğa çıkan Sombalığı Sami'yle Ayı Ahmet arasında geçiyor. Sombalığı Sami hedefine çok yaklaştığı bir sırada, artık son engellerden birinin üzerinden zıplamaya çalışırken, Ayı Ahmet tarafıdan havada uçan bir sinek gibi yakalanıverir. Sombalığı, Ayı'nın tırnaklarını sırtında hisseder hissetmesine, ama çırpınmanın, yakınmanın kurtulmasına yetmeyeceğini de çabuk kavrar. Bunun üzerine sevinçle haykırarak şunları söyler:

"Dostum! Ne kadar yükseğe atladığımı gördün mü? Sanırım 2 metre 8 santimlik sombalığı yüksek atlama rekorunu geçtim. Bu şahane bir şey! Biliyor musun, bu rekoru kırana çok büyük ödül veriliyor. Çünkü iki yıldır hiç bir sombalığı bu rekoru kıramamıştı! Ödül yüz adet uskumru ve iki kilo da yosun reçeli. Bu ödülü beraber alabiliriz. Ama benimle birlikte gelmen lazım, çünkü bu kadar hediyeyi ben tek başıma suyun altından getiremem. Yüzme biliyor musun?"

"Elbette!" der Ayı Ahmet.

"O zaman gel suya birlikte dalalım."

Ayı yüz tane uskumru balığı ve çok sevdiği reçel vaatleriyle kendinden geçtiğinden, Sombalığı'yla birlikte dalmaya karar verir. Bu arada şişman balığı da kaçırmak istemediğinden onu da dişlerinin arasına alır. Birlikte suya girerler girmesine ama, Ayı Ahmet'in ağzına sular dolunca ister istemez Sombalığı'nı bırakmak zorunda kalır.

Boğulmaktan kılpayı kurtulan Ayı Ahmet zar zor kendini sulardan kurtarır, Sombalığı Sami ise bu son engeli de aşıp, pırıl pırıl dağ gölüne iyice yaklaşmıştır bile 


ASLAN VE FARE
- Eski YunanMasalı -

Yoksul fare koca ormanda hep korku içinde yaşarmış. Tilkiden korkar, kurttan ödü kopar, en çok da yaban kedisini görünce dehşete düşermiş. Bırakın bu yabani hayvanları, çevresinde bir dal çıtırdasa yüreği ağzına gelir, korkudan bayılacak gibi olurmuş.

Fare artık bu korkuya dayanamayacağını anlayınca ormanın kralı asşana gitmiş:

"Haşmetmeap" demiş, sizden haddim olmayarak küçük bir ricam olacak. Şu ormandaki bütün hayvanlararasında en zavallısı benim. N ekadar kötü bir kaderim var! bütün ömrüm titremekle geçiyor. Bir yaprak düşse dizlerimin bağı çözülüyor. Bu korkuya artık dayanabilmem imkansız.

Sen bu koca ormanın kralısın. Senin kükremen bile hrekesi dehşete düşürmeye yetiyor. Beni koruman altına alabilirsin. Bu kadar geniş mağarada yaşıyorsun. Beni de buraya kabul et lütfen. Sana hiç bir rakatsızlık vermem. Ayaklarının altında dolaşmam, sesimi bile çıkarmam. Bir köşede otururum. Varlığımla yokluğumu anlamazsın bile."

Aslan tüm bu anlatılanları sesini çıkarmadan dinliyormuş. Farecik aslanın bu tumunu kendisi için olumlu görmüş. Ormanların kralı ricasını kabul edecek sanmış. Biraz daha ısrar ederse bu iş olacak diye düşünmüş:

"Ben sizin bu iyiliğinize layık olamadığımı biliyorum, ama kim bilir, ne kadar işe yaramaz gibi görünsem de, belki bir gün bir işinize yararım. Size olan borcumu ödeyebileceğim bir fırsat çıkar bir gün."

Aslan çok sinirlenmiş. Öfkeden gözleri çakmak çakmak olmuş:
"Bak sen terbiyesize!" diye kükremiş. "Sen kendini ne sanıyorsun. Ben gibi koca bir kral senin gibi bir bücüre mi muhtaç olacak! Senin gibi bir böcek hayatta bana ne fayda getirir! Defol başımdan. Seni bir pençe darbesiyle duvara yapıştırmadığım için de hayatın boyunca bana dua et!"

Farecik öyle korkmuş ki, o korkuyla bütün ormanı bir nefeste koşup başka bölgelere taşınmış. Bir deliğe girip oradan uzun bir süre çıkmamış.

Aslan ise bir süre daha farenin kendini bilmezliğine sinirlenmiş, sağa sola sataşmış. Ama nihayet sakinleşmiş. Karnının acıktığını hissedip ava çıkmış. Fakat yolunun üzerinde üstü örtülmüş bir tuzak varmış. Çukuru fark etmediğinden içine düşüvermiş. Ama kral aslan bu,öyle çukurlaradüşüp kalır mı? Bu nedenle de korkmamış. Yukarıya hamle yapıp atlamaya hazırlanırkeni çukurun içinde bulunan ağın bütün vücudunu kapladığını hğisstemiş. Bir kez daha hamle yapmış , ama nafile! Ağ inceymiş, fakat çok sık dokunduğundan aslanın bile koparamayacağı kadar sağlammış. Bütün gün kendini kurtarmak için çalışan aslan akşama doğru buradan çıkamayacağını anlamış.

"Ah benim aptal ve gururlu kafam" diye düşünmüş. "Eğer bu sabah o fareyi kendime küstürmeseydim, o keskin dişleriyle bu ağı keser, beni ölümden kurtarırdı! Oysa şimdi burada öleceğim ve bunun nedeni de benim! Başkalarını küçümsemeseydim, herkesin kendince bir işe yarayabileceğini kavrasaydım yaşıyor olacaktım!" 

TOPRAK ANA VE İKİ HEYBE
-Fransız Masalı-

Toprak ana, üzerinde gezen dolaşan, biribriyle arada bir dostluk kuran hayvanları sevgiyle seyredermiş. Birbirine hiç benzemeyen değişik türden binlerce hayvanın, hayatlarını mutlu bir şekilde sürdürmesinden büyük zevk alırmış.

"Nasılsın sevgili maymun" diye sormuş bir gün.

"Ben çok iyiyim demiş şebek gülümseyerek, benim kendimi iyi hissetmem için her neden var: İyi koşarım, ağaçlara iyi tırmanırım. Övünmek gibi olmasın, ama zekiyimdir de. Hayvanlar arasında en iyi ben oynarım, herkesi kendime hayran bırakırım. Ağaçlar benim yiyebileceğim meyvelerle dolu, Tanrı'ya şükür. Ama şu ayı, yeteneksiz Kocaoğlan gibi olsaydım, herhalde çok şikayet ederdim!"

"Ne diyorsun sen sırıtkan maymun" diye paylamış ayı. "Ben bir kere çok güçlüyüm. Şu ormanda bana yan bakanın alnını karışlarım! Et de yerim, meyve de, bal da. Aç kalmak nedir bilmem. Ağaçlara tırmanacak kadar çevik, suda yüzecek kadar yetenekleyimdir. Ama fil gibi hantal olsam herhalde ben de yakınırdım!"

"Hey, orada kim benden bahsediyor!" diye homurdanmış fil. "Koca hortumumla ister ağaçların dallarını yer, ister körpe otları koparırım. Şu ormanın tek efendisi benim. Tek bir hayvan bile yolumun üzerine çıkamaz.Hepiniz sıcaktan bunalırken, istersem, her gün banyo yaparım. Hortumumla vücudumun her köşesini yıkayabilirim. Bakmayın iri olduğuma, gerektiğinde çok hızlı da koşabilirim. Balina gibi bir yağ torbası olsam belki haklı olabilirdiniz.Ama..."

Toprak ana filin sözlerini keserek hayvanlar arasındaki tartışmaya son vermiş:
"Sizleri böyle mutlu gördüğüm için inanın ki çok sevinçliyim. Hepiniz kendinizden memnunsunuz. Hepiniz diğer türlerden üsütün ve avantajlı olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bu çok güzel."

Toprak ana sonra kendi kendine düşünmeye başlamış:"Şu hayvanlar çok hoş canlılar doğrusu! İnsana da ne kadar benziyorlar Herksein iki tane heybesi var boynunda. Bunlardan birini önlerine, diğerini de arkalarına toyorlar. Önlerinde tuttukları heybelere, başkalarının kötü huylarını dolduruyorlar. Kendilerini böylece üstün görüyorlar. Arkalarındaki heybelere ise kendilerinde olup da beğenmedikleri özellikleri gizlemeye çalışıyorlar. İyi ve kötü yanlarını birlikte göremiyorlar. Oysa herkesin hem iyi hem de kötü yanları olabilir ve bu doğaldır da." 

BUDALA KÖYLÜ KAZI NASIL PAYLAŞTIRDI?
- Norveç Masalı -

İki yakası bir araya gelmeyen yoksul komşusunun ağadan bir kaz karşılığı çuvallar dolusu un aldığını duyan varlıklı komşu da, ağaya gitmeye karar vermiş.

"Ben ağaya bir değil beş kaz hediye götürmeliyim.Ağa da bana o zaman iki çuval değil, bir araba dolusu un verecektir. İyice zengin oldum gitti demektir" diye düşünmüş.

Gerçekten de dediği gibi yapmış. Adamlarına beş kaz kestirmiş, onları bir güzel fırında kızartmış ve tepsilere yerleştirip ağanın kapısını çalmış.

"Sevgili ağam, size naçizane bir hediyem var. Beş tane nar gibi kızarmış kaz getirdim."

Ağa, köylünün durup dururken neden kendine kaz hediye etmek istediğini anlamış elbette. Onu da sınamak istemiş.

"Biz ailede altı kişiyiz ve her birimiz de farklıyız. Bu beş kazı bizim aramızda eşit olarak pay edersen, sana armağanlar vereceğim. Pay edemezsen cezalandırılacaksın."

Budala köylünün eli ayağına dolaşmış. Nasıl yapsa da bu beş kazı eşit dağıtsa bilememiş.
Bu arada budala köylünün içine düştüğü sıkıntılı durumu gülerek seyreden ağa adamlarını, akıllı köylüyü evden almak için göndertmiş.

Biraz sonra zeki köylü, ağanın huzuruna çıkartılmış. Ağa yoksul köylüye beş kazı aralarında pay etmesini söylemiş:

"Bir kaz karınla senin. İki kişisiniz, böylece üç oluyorsunuz."
Sonra iki kıza dönmüş:

"Bir kaz da sizin payınıza düşüyor. Siz de iki kişisiniz, üç oluyorsunuz."
Ardından oğlanlara dönmüş:

"Bir kaz da size. Siz de üç oluyorsunuz."
Sonra ağaya şunları söylemiş:

"Kaldı iki kaz, bir de ben; biz de böylece üç oluyoruz. Demek ki bunlar da benim payıma düşüyor.Böylece herkes üç oluyor, kazlar da eşit paylaştırılmış demektir."

Ağa bu işe çok gülmüş. Kazların yanı sıra yoksul köylüye yeni hediyeler vermiş. Budala köylü ise cezasını çekmiş. 

AKILLI KÖYLÜ KAZI NASIL PAYLAŞTIRDI?
- Norveç Masalı -
Eski zamanlardan birinde, bir köyde iki komşu yaşarmış. Bunlardan biri çok budalaymış. İki lafı bir araya getirip sohbet edemez, dünyada, çevresinde olup bitene akıl erdiremezmiş. Ama nasıl olmuşsa, parası da bolmuş. Yani dünyada bir skıntısı yokmuş.

Diğer komşu ise çok akıllıymış akıllı olmasına ama, bunun da hiç parası yokmuş. Hem de öylesine büyük bir yoksulluk içindeymiş ki, çocuklarına verecek ekmek bile bulamazmış. Bütün varlığı bir kazmış. Onu gözbebeği gibi korurmuş.

Fakat üç gün süren bir açlığın ardından kazını kesip çocuklarına yedirmek zorunda hissetmiş kendini. Yoksul komşu böylece kazı pişirmiş, çocuklarının önüne sofraya koymuş, ama ekmekleri yokmuş.

"Kazın bir kısmını ağaya götürürsem herhalde bana biraz un verir" diye düşünmüş ve kızarmış kazı tepsiye koyup soluk soluğa ağanın evine varmış.
"Ağam" demiş, "kızarmış kaz getirdim size. Lütfen kabul edin. Biraz un verirseniz karşılığında, memnun olurum."

"İki oğlum, iki kızım var. Karımla ben de varım. Bu kazı bizlerin arasında eşit olarak pay edersen sana mükafat veririm. Eğer iyi pay edemezsen yirmi beş değnek var" demiş ağa.
Yoksul köylü eline bir bıçak almış ve kazın kafasını kesip ağanın tabağına koymuş ve şöyle demiş:
"Ailenin başı sensin, kazın başı da senin."
Tavuğun gerisini kesip evin hanımına uzatmış:
"Evi koruyan, geri planda her şeyi kuran sensin."
Tavuğun bacaklarını kesip oğlanlara uzatmış:
"Babanızın yolundan gidin."
İki kanadı da kızlara vermiş
"Nasıl olsa bir süre sonra evlenip, kanatlanıp gidecekseniz."
Gövdesini de kendine almış:
"Biz köylüler ince işlerden anlamayız. Kazın kalan kısmı da benim olsun!"
Köylünün kazı bu şekilde bu pay etmesi ağanın çok hoşuna gitmiş. İnce zekalı ve espirili köylüye iki çuval un vermiş.
Köylü de hemen unları evine götürmüş, ekmek yapıp kazın yanında çocuklarıyla yemişler. Bütün aile bir güzel karnını doyurmuş.





 
  17403 ziyaretçi (36611 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol